“Son gün son saatlerde gidersen kısa dönem oluyormuşsun” bunu söylediler, ona göre gittim. 3 günlük kabul sürecinin üçüncü gününde akşam üzeri. Lakin beni şöyle bir süzen -yine yedek subay olan- tabip asteğmenin listede “T” koymasıyla başladı Tuzla Piyade Okulu yolculuğu. Oysa o günlerde sevgilim vardı ve kısa dönem yaparak bir an evvel dönmek için son gün son saatte gitmiştim. Kısa dönem olmak ümidiyle. Öte yandan da yedek subaylıktan gelecek maaş nedeniyle yedek subay olmak isteyen pek çok asker adayı da vardı. Zorunlu olması yetmiyormuş gibi böyle bir manasızlıkla da başladı hikaye.
Olabilen en geç saatlerde kapıdan giriş yaptım, ilk gün kıyafet ya da ayakkabı falan vermediler. Bulunduğumuz katın yatakları dolunca 3-4 kişi bir üst kata çıktık, yatağın üzerinde bir kaset vardı, üzerinde Neşet Ertaş yazılıydı. “Ha ha kasete bak Neşet Ertaş’mış” dememle Kayserili orada tanıştığımız mühendis yedek subay adayının “Essah mı diyon ortağım” demesi bir oldu. Evet Neşet Ertaş’ı tanımıyordum 1999’da. Ayıp mıdır normal mi bugünden bir yorum yapamıyorum.
Tuzla Piyade Okulu’nda en önemli mesele koşulsuz disiplindi. Yaklaşık 1.300 üniversite mezunu erkek, subay olarak, hem de 4 ay gibi kısa bir sürede yetiştirilecek ve piyasaya sürülecekti. Hem de bunlardan epeyce bir kısmı Güneydoğu’da, çatışmaların yaşandığı bölgelere de gidecekti. Gereği olarak her sabah aynı saatte içtima yapılır, uygun adımla E5’in güneyinde bulunan yatakhane bölgesinden E5’in kuzeyindeki eğitim alanına marşlar söylenerek, konuşmaksızın yürünür; eğitim sonrası yine uygun adım ve marşlar eşliğinde geri dönülürdü.
Kısa dönem asker olmayı becerememiştim ama belki İstanbul’da kalabilirdim. Okul yekununun -yanlışım yoksa- %2’si istediği yeri seçme hakkına sahipti, bunun için en başarılı %2 içinde olunmalıydı. Bilgi, koşma, el bombası atma, uzun atlama gibi meselelerden bilgi ve koşmada başarılı olsam da diğerlerinde benden iyi olan çokça vardı. Ancak 40. olabildim, bu da istediğim yeri seçemeyeceğim, kuradan şansıma düşene razı olacağım anlamına geliyordu.
Kura günü oldukça ilginçti: Daha önceki vatan, millet, Sakarya edebiyatı yerini ağır gerçekliğe bırakmıştı. Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirildiği günlerdi. Kuralar çekildikçe ağlayan sabırla karşılayan derken bana da “9. K.K.Meydan Komutanlığı” diye bir şey çıktı…