Yarışma Lobisi

Yüzyılda bir belki denk geleceğimiz 10 günü geride bıraktık. Hala nerede durduğumuzu, neler olduğunu gerçekten bilmiyoruz. Bu olağanüstü gündemin oluşmasına bu defa mimarlık neden oldu. Durumun mimarlığı aştığının farkında olmamak mümkün değil. Lakin öyle olsa bile mimarlık içinden yapılacak değerlendirmeler de gündemde yer bulmalı.

İktidarın uzun süredir mimarlık ortamıyla neredeyse hiç ilgisi yoktu. Sermaye çevreleriyle geliştirilen işbirliğinin mimarlarla geliştirilememesinin olağan sonucu yaşadağımız kentler oldu. Mevcut durumun sorumluluğunu hemen iktidara yüklemek kolaya kaçmak olur denebilir. Lakin yapılı çevrede eskiye nazaran yakalanan ivmenin nitelikli de olmasını beklemek çok şey istemek olmaz. Nitelikli üretim için diyalog sanırım birinci koşul ve iktidarla mimarlık ortamı arasında tam bir diyalogsuzluk hali olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Mesela Başbakan’ın mimarlık danışmanı var mıdır? Varsa kimdir? Bunu bilen yok.

Genele yaygın bu sorunun izini mega projeler ve kurumlar üzerinden sürmek oldukça kolay:

3. Havalimanı
Yeni havalimanının nerede yapılacağı bile bilinmiyor. İhale nasıl yapıldı? Yapının tasarımı kamu kontrolünde mi olacak yoksa Yap İşlet Devret modeli ihalenin kazananı tasarıma da mı karar verecek? Bilmiyoruz. 3. Havalimanı ve 3. Köprü’nün doğaya vereceği zararları hepimiz öngörebiliyoruz.

3. Köprü
Mimarlık ortamında köprüyü destekleyen neredeyse hiç kimse yok. Hal böyle iken üçüncü bir karayolu köprüsü yapma kararı siyaseten alınabilir mi? Evet biz mimarlar da Boğaziçi ve Fatih köprüsündeki trafiğin farkındayız ve bundan çok rahatsızız. Lakin yapılacak yeni bir köprünün trafik sorununa çözüm olmayacağını da görebiliyor ve bunu karar alanlara aktarmaya çalışıyoruz.
Velev ki köprü yapılacak. Nerede plan? “Plan aklımda” anlayışı ile iş yapılır mı? Helikopterden proje yeri seçilir mi? Seçilse de bunun iletişimi yapılır mı? Sonra “Burası muz cumhuriyeti mi” diye sorulmaz mı.

AKM
AKM’yi, yeniden yapım maliyeti; koruma kanunları; depreme karşı güçlü ya da güçsüz olması gibi kriterler ile değerlendirmek ne kadar doğru? Yapıldığı dönemi bugüne aktaran iyi bir kültürel miras olarak tüm bu kriterlerden ayrı olarak neden koruyamıyoruz? Binalar neden Başbakan’ın iki dudağının arasında kalıyor.

Ali Sami Yen & Zorlu Center
İstanbul’un bolca yeşile ihtiyacı var. Özellikle bu projelerin yapıldığı alanların yeşil ihtiyacı çok daha fazlaydı. Mecidiyeköy’de mezarlık dışında yeşil yok denebilir. Kamunun kaynak elde etmesine kimsenin hayır diyeceğini sanmıyorum. Lakin yapılaşan bu alanlardan da sonra kamunun bu bölgeler için yeşil elde etmesi için başka şansı olmayacak. Daha önce Taksim’de yapıldığı gibi Zincirlikuyu’daki müslüman ve Mecidiyeköy’deki hristiyan mezarlıklarına göz koyulmazsa tabii.

Mimar Sinan Camisi & Çamlıca Camisi
28 Şubat’ı yaşamış AK Parti’nin camiler konusunda gereğinden fazla duyarlı olmasını diyelim ki anladık, kabul ettik. Camilerin ve Sinan’ın hakettiği duyarlılığın bu olmadığı konusunda hemen tüm mimarlar hemfikir. Özellikle Çamlıca Camisi projesinin elde edilme sürecinde yaşananlar ne ecdada, ne Sinan’a, ne mimarlara ne de bu ülkeye yakışan değildi. Yarışma kelimesinin altının boşaltılması da cabası. Tam bir hayal kırıklığı olarak sona erdi. Bu şahsi fikrim değil, mimarlık ortamının neredeyse tümü aynı görüşte.

Emek Sineması
Film festivallerinin açılışlarının da yapıldığı Emek Sineması’nın olduğu gibi korunması gerektiği konusunda müşterisi hemfikirdi. Müşterisi de sinemaseverlerdi. Hal böyle iken gerekiyorsa kamulaştırılması gereken bina anlaşılamayan bir inatla AVM’ye dönüştürülmeye çalışılıyor. Üstüne üstlük “Emek yıkılmıyor, üst kata taşınıyor” gibi hepimizi biraz -afedersiniz- aptal yerine koyan bir söylemle iletişimi yürütülmeye çalışıldı.

Fikirtepe Kentsel Dönüşümü
Mimarlık ortamından neredeyse tamamen kopmuş idarenin yaptığı en büyük hatalardan birisi sanırım Fikirtepe projesi. “Parsel ölçeğinden ada ölçeğine büyü de gel, emsalini (yeni başlayanlar için kısaca inşaat alanını diyelim) ikiyle çarpayım” matematiksel yaklaşımıyla, içinden çıkılması neredeyse olanaksız yeni bir sorunumuz oldu.
Bu yeni olumsuz örnek “kentsel dönüşüm”ün önünde yepyeni kocaman bir sorun. Çünkü ondan sonra yapılacak “kentsel dönüşüm”lerde artık hep o emsal istenecek, isteniyor da.

Four Winds & Onaltı Dokuz
Yükseklikleri ile ne kadar çok konuşulduklarını hepimiz biliyoruz. Başbakan’ın geliştiricisine “küstüm” demesine kadar giden olaylar bugün yaşadıklarımızı özellikle Başbakan’ın tavırları üzerinden açıklar nitelikte. Keşke birbirimizi hiç üzmesek, kimse kimseye küsmese de şu mimarlık denen şeyden zamanında yararlanılabilseydik. Küsmek yerine yapılabilecekleri sıralamıyorum artık.

Haliç Metro Köprüsü
Başbakan mimarlıkla ilgili neredeyse tüm konuşmalarında “Osmanlı – Selçuklu”yu gündeme taşıyor. Bunun sonucu olarak da neredeyse tüm devlet bürokrasisi ve AK Partili belediyeler bu ne olduğunu bilmediğimiz kavramın peşinden koşuyor. Biz mimarlar da hemen her ortamda durumu anlatmaya çalışıyoruz. Yani bir kişinin en üstten yarattığı iletişimi aşağıda binlerce mimar kurtarmaya, nitelikli üretim yapmaya devam etmeye çalışıyor.
Öte yandan ne mi oluyor: Bana göre Osmanlı ve Sinan’ın en önemli eserlerinden olan Süleymaniye’nin en iyi görüntü verdiği yere Haliç Metro Köprüsü’nü yapıyoruz. Yine mimarlık ortamının neredeyse tümünün itirazlarına rağmen. Atatürk Köprüsü ile birleştirilme olanaklarının ne kadar zorlandığı bilinmeden. Hepimizin gözleri önünde; hepimizi kahrederek.

Haydarpaşa & Galataport
Birbirine çok benzer bu iki alanın kente yeniden kazandırılmasına hayır denmeyecektir. Lakin her iki alanın tasarım süreçleri de her zaman olduğu gibi kapalı yürütülüyor.

Lastik tekerlekli tüp geçiş
Hızla Marmaray projesini yapmış bir iktidarın Tarihi Yarımada’ya darbe vuracak bu projeyi nasıl yaptığını açıkçası aklım almıyor. Fazla söze gerek yok, bu bir cinayet. Ve yine mimarların söylediklerine kulaklar tıkalı.

Olimpiyat projeleri
Gezi Parkı olaylarından iki ay önce gündemimize düşen projeler kelimenin tam anlamıyla ürkütücüydü. Mimarlık ortamının ürkütücü başka projeler de görmüşlüğü var, bu konuda tecrübesiz sayılmaz. Ama Olimpiyat için hazırlanan projelerin tasarımcıları dahi bilinmiyordu, hala bilinmiyor. “Tayvan’da bir rendır ofisi hazırlamış” söylentilerinin önünün alınamadığı ortamda mimarlık iktidar ilkişkisinden elbette bahsetmek mümkün değil.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı & TOKİ
Fazla söze gerek yok. Ne Bakanlık’ta ne de TOKİ’de mimarlığın kıymeti harbiyesi yok.

Yenikapı ve Maltepe dolguları
“Kentsel dönüşüm” yapıyoruz. Bu moloz demek. Molozları dökecek alanlar lazım. İyisi mi bir Anadolu Yakası’nda bir de Avrupa yakasında moloz döküm yeri oluşturalım. Bunlardan birisi Tarihi Yarımada’nın uzaydan görüntüsünü de değiştirecek olsa da umursamayalım…
Yenikapı Transfer Merkezi için yapılan yarışmada geliştirilen tüm fikirleri de çöpe atalım…

Meydanlar: Taksim, Kadıköy, Üsküdar
Bu meydanların her birisi ilçe belediyesinin de katılımıyla nitelikli tasarlanmayı hakediyor ve buna ihtiyaç da var. Oysa yine ecdad mirası Üsküdar’ın hali ortada. Marmaray nedeniyle oraya yapılan yapıların ve aynı nedenle bu güzel Osmanlı Meydanı’nın neye benzeyecek olduğu konusunda mimarların görüşlerinin alınmasını boşverelim mimarlık ortamı neyle karşılaşacağını bile bilmiyor. Kadıköy Meydanı konusunda tartışmanın gelip de kilitlendiği yer ancak Atatürk heykeli olabiliyor. Taksim’i ise hep birlikte yaşadık, bu yazıda daha geniş bir yeri hakediyor.

Karaköy İskelesi
İskele Kasım 2008’de yani bugünden tam dörtbuçuk yıl önce bir lodos fırtınası sırasında battı. Açıkçası iyi de oldu. Çok kötü bir yapıydı. Dörtbuçuk sene iyi bir tasarım elde etmek ve hatta bunu uygulamak için oldukça önemli bir zaman. Ayrıca iskelenin çevresel verileri ve yolcu kapasitesi iyi bir tasarım elde etmek için çok şey içeriyor. Demem o ki burada yapılacak tasarımın dünya çapında bir mimarlık ürünü olması için ortam fazlasıyla hazır. Tek yapılması gereken bu mimarlık hizmetini almayı becermek.
Ama dörtbuçuk yıl öylece geçiverdi. Bir mega proje olmayan bu küçük sorunu özellikle örnek olarak verdim. Sıkıntının maddi olmadığını iyi anlatan bir örnek olduğu için de.

Bu listeyi uzatmak, yeni projeler, kurumlar ve sorunlar eklemek mümkün ama özellikle mimarlık alanı dışından olanlar için ortamı anlatmaya bu kadarı yetecektir. Mimarlar ne yazık ki tüm bu olan bitenin zaten tam ortasından izliyor.

Taksim Meselesi
Kentsel sorunumuz çok da neden Taksim’de patladı?

“Taksim, gücü her elinde tutanın bayrağını dikeceği bir burç değil. Taksim, İstanbul’un merkezi, herkesin gözbebeği; anıların, felaketlerin, fotoğrafların, bayramların, kartpostalların fonu. İstanbul’da değil, Dünya’da bir nokta.”

Mart 2012’de Derdimiz İstanbul grubunun gazetede yer alan ilanı Taksim’in önemini yukarıdaki satırlar ile çiziyordu. Geçtiğimiz 10 günde yaşananlar bu satırların ne kadar da haklı olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin hemen hemen tüm renkleri 10 gündür Taksim’de. Taksim bu çok sesliliğe uygun bir tasarımı hakediyor. Taksim tasarlanmayı hakediyor.

1930’lu yıllarda hükümet tarafından İstanbul Nazım Planı’nı hazırlamak üzere davet edilen Henri Prost’un 2 numaralı park tasarımı kapsamında yıkılıyor bugünkü tartışmalara konu olan Topçu Kışlası. Ve yeniden 16 Eylül 2011’de İBB Meclisi’nin aldığı kararla gündeme taşınıyor.

1930’da bırakalım Taksim ve çevresini tüm İstanbul için çözümler üreten merkezi bir tavır var. Bugün ise 1930’da yapıldığı iddia edilen bir hatanın noktasal olarak çözüm arayışı var. 1930’da yapılanların doğru ya da yanlış tartışmasına girmeye bile gerek yok. Bugün yöntem yanlış.
Taksim meselesinde yapılması gereken çok da karmaşık değil, önce veriler:

İktidar ne istiyor?

  • Topçu Kışlası’nın orada olduğunu bugün de görmek isteyen, halkın oyuyla seçilmiş ilçe belediyesi, büyükşehir belediyesi ve hükümet var. Arada unutuyoruz: Topçu Kışlası’nın yapılması İBB Meclisi’nin kararıyla oluyor.
  • Evet Başbakan her işe müdahale ediyor olabilir; kararı yerel düzeyde almıyor olabilirler, lakin yerel yöneticiler bu durumu kabul ettiklerine göre sorunu orasından tartışmak anlamlı değil. (Bundan bambaşka bir tartışma çıkıyor ama başka bir uzun yazının konusu.)
  • Belediye ve hükümet Taksim’de yayalaştırma projesi adı altında yürütülen trafiğin yer altına alınmasını, trafiğin çözümü olarak görüyor ve istiyor.
  • Bir son dakika gelişmesi olarak AKM’nin yıkılmasını istiyor.

Karşı çıkanlar ne istiyor?

  • Parkın park olarak korunmasını istiyor.
  • Dalış tünellerinin yapılmamasını istiyor.
  • AKM’nin yıkılmamasını talep ediyor.

Bir de söylenmeyen var. İktidar açıkça dile getirmese de AKM’nin yapımı ve Topçu Kışlası’nın yıkılmasını meydandaki Kemalizm’in izi olarak okuyor. Ve buna karşılık AKM’yi yıkmak ve Topçu Kışlası’nı yeniden yapmak istiyor. Bunu dileyen Yeni Osmanlıcılık dileyen de çevrenin merkezi ele geçirmesi olarak okuyabilir.

Bu arada Başbakan’ın üslubu yüzünden iş öyle bir hal aldı ki. Belediye ve hükümet Topçu Kışlası’nı yapmaktan, AKM’yi de yıkmaktan vazgeçse bile bunu kamuoyu önünde söylemesi Başbakan’ın geri adım atması anlamına geleceği için yapamıyor, yapmıyor.

Peki bu çok boyutlu siyasi ve mimari soruna nasıl çözüm bulacağız? Herkesi memnun edecek bir çözüm bulunabilir mi? Bence evet.

gezi

Hava fotoğrafında da görülen alanı İstanbul’un ve Dünya’nın en önemli parklarından birisi olması vizyonuyla yeniden tasarlamak çözümün önünü açar.

  • Bu tasarımla iktidarın ve karşı çıkanların beklentileri kazan / kazan formülünü de aşacak bir şekilde karşılanabilir.
  • Tek bir ağaç bile kesilmeden Topçu Kışlası’nın daha önce orada olduğu çeşitli alternatif yöntemlerle anlatılabilir. Bu alternatif yöntemleri tartışmak bu yazıya da Başbakan’a da karşı çıkanlara da düşmez. Mimarlık alanı bu sorunla kolayca başedecektir.
  • Başbakan AKM’nin simgelediği modernizme karşı. Bunu konuşmalarından birisinde “AKM’yi yıkacağız, yerine Barok bir opera binası yapacağız” diyerek açıkladı. Oysa Türkiye’nin tam merkezinde sadece günde bir defa kullanılacak bir Opera binası yerine AKM gerçek manada bir çağdaş kültür merkezi olabilir. İstanbul’un böyle bir merkeze ihtiyacı var. Ve elbette döneminin en iyi örneklerinden birisi olan AKM kültürel bir miras olarak korunarak yapılmalı tüm bunlar. İstanbul’un bir operası yok. Her konuşmasında marka şehirden bahsedenlerin bu eksiği acilen görmeleri ve yeni bir opera binası yeri tahsis etmeleri gerekiyor. Bu paragraf biraz da kişisel görüş içeriyor, o kadar olsun, affedin.

Bunları söylemesi kolay da nasıl olacak? Yönteme ilişkin çözümüm de elbette yarışma.

Taksim tartışmalarının ilk alevlendiği zamanlarda da yarışma gündeme gelmiş sonra yarışma karşıtlarınca konusu bile açılamayacak hale getirilmişti. Yarışmaya bu derece mesafeli yaklaşan ya da Çamlıca Camisi Yarışması gibi yarışmaları örnek verip “hıı bak yarışmayla olunca da böyle oluyor” diyenleri anlamak mümkün değil. Çünkü ülkede yapılan yapıların onbinde biri bile yarışmayla yapılmıyor. Önce yarışmayla yapılmayanlarda ne olduğuna bakmaları gerek.

Neden yarışma?

  • KATILIMCIDIR. Konuyla ilgili olabilecek kurumlarla işbirlikleri kurulmasına olanak verir. Yarışma şartnamesinin hazırlanmasından değerlendirme süreci tamamlanana kadar bu işbirliği sürdürülebilir.
  • ŞEFFAFTIR. Proje elde etme yöntemleri içinde süreci en şeffaf olandır. Mevcut yönetmeliklerin tanımladığı aşırı kısıtlı çerçeve bile sürecin diğer tüm yöntemlerden daha şeffaf yürütülmesine olanak tanır.
  • REKABETÇİDİR. Serbest bir rekabet ortamında gerçekleşir. Bu hem tasarımcıların görüşlerini eşit koşullarda sunmalarına hem de işverenin farklı alternatifler arasından seçim yapmasına olanak verir.
  • SAY SAY BİTMEZ: Akademik araştırmalara zemin hazırlar; Farklı mesleklerden uzmanların görüşlerinin alınmasını sağlar; mimarlık camiasını hareketlendirir; vb.

Hiç uzatmadan İstanbul’un bu yeni dünya parkı için hemen şimdi yarışma diyorum.

Yorum yapın