Geleceğin Şehri için Yarışmayla Yap

Türkiye son 3 dönemdir tek başına iktidar olmayı başaran AK Parti döneminde büyük bir kalkınma hamlesi yaptı. Bu kalkınma hamlesinin ekonomik yanı bu süreçte hep tartışıldı. Bir kriz beklentisi AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden bu yana tüm toplumda bir dedikodu mekanizması olarak hep vardı. Geçen 12 yılda kalkınma hareketine zarar verecek boyutta bir ekonomik krizi ise yaşamadık.

Öte yandan 1923’ten bugüne baktığımızda ekonomik büyüme rakamları son 12 yılda Cumhuriyet ortalamasının üzerinde değil. Ancak buna rağmen AK Parti iktidarı döneminde kentleşme, kentsel altyapının oluşturulması, bina çeşitliliği ve yapıların yapım niteliğinde ciddi farklılıklar var. Bu farklılıklar bazı açılardan iyileşme olarak da adlandırılabilir.

Peki, bu iyileşme olarak adlandırabileceklerimiz neler? Köyden kente göçü hala tamamlamamış bir toplumuz, göç sürüyor yani. Kentlerde boş arsalar vardı ve tek katlı gecekondular yapıldı, piyasa odaklı kentleşmemizin ilk aşaması. Bu gecekondular 4-5 katlı apartmanlara dönüştü, bu ikinci aşamaydı. İçinde bulunduğumuz aşamada 4-5 katlı binaları bu defa büyük, kimi zaman uluslararası sermayenin de içinde olduğu süreçlerle kimi zaman parsel, kimi zaman ada hatta bazen mahalle ölçeğinde dönüştürmeye çalışıyoruz.

Son dönüşümde özel sektörün dönüştürdüklerinin neredeyse tümü “gated community” yani bir kent oluşturma iddiasında değil öyle bir iddiası olanlar da kendileri yine kapalı bir kent. Bir araya gelen küçük parçalardan bir kent dokusu oluşturmuyor. Bu dönüşümün dördüncü dönüşüme, bir haliyle ihtiyacı olduğu açık. Kamunun ağırlıklı olarak TOKİ eli ile yaptıklarının durumunu ise zaten biliyoruz, tartışmasız bir dönüşüme ihtiyacı olacak.

Neden? Neden Avrupa’da yüzlerce yıllık kent dokularından bahsedebiliyoruz ya da en çok bir dönüşüm söz konusu da biz 3-4 dönüşümün içinden geçiyoruz? Kaynaklarımız o kadar bol mu, bu dönüşümün faturasını ödeyebilecek kadar zengin miyiz? Sorular çoğalabilir.
Öte yandan özellikle Gezi sonrasında diyalog kuramamak ciddi bir sorun haline geldi. Bir sorunla ilgili olarak taraflar aynı hedefe yönelik olarak çalışacak da olsa, yöntemleri benzeşse, tümüyle paralel düşünüyor da olsalar soruna odaklanmak yerine kendi taraflarından değerlendirerek diyaloğun önünü kapatıyorlar. Bu durum toplumun çok büyük çoğunluğu için, hadi açık söyleyelim iki %50 için de geçerli.

Nasıl olacak da toplum olarak hepimizin arzusu olan daha nitelikli kentlerde, binalarda yaşayacağız? Nasıl olacak da gerçek soruna odaklanacak bir diyaloğu toplumsal olarak kurabileceğiz? Bu soruyu biz Arkitera Mimarlık Merkezi olarak 15 yıldır soruyoruz. Cevabımız yok gibi. Ama bir konuda ümit var. Yarışma.

Tüm Kamu Yapıları Yarışmayla Projelendirilsin

  • Şehir planları, imar düzenlemeleri
  • Kentsel tasarımlar
  • Parklar, peyzaj düzenlemeleri, meydanlar, kentsel donatılar
  • Ve elbette binalar

Mevcut Durum

Türkiye’de kamu kurumları, büyük çoğunluğunun yasa gereği uymakla yükümlü olduğu 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na göre ihtiyaç duydukları tasarımları elde ediyor.
Bildiğimiz ve çoğumuzun aklına ihale dendiğinde ilk olarak basitçe gelen yöntemin mevzuat içinde belki de onlarca türü var. Ancak buna rağmen bir kamu kurumunun proje elde etmek için sadece iki yöntemi olduğunu iddia edebiliriz: Yarışma ve ihale. (Elbette ihale mevzuatını baypas edecek gayrı resmi çözümler hariç.)

Bu ikisi arasındaki temel farkı özetlemek oldukça basit: İhale yönteminde nitelikli üretim beklentisini karşılamak üzere çeşitli ölçütler, tecrübe ve donanım gibi girdiler söz konusu olsa dahi sonunda amaç işi en ucuz yapana vermek. Böylece “kimseye ait olmayan, hepimizin olan” kamu, iyi fiyatla iş yapma hedefine ulaşmak istiyor. İhale sistemi kendi içinde sorunsuz ve teoride planlandığı gibi bile yürümüyor. Benzer şekilde tarafların yarıştığı diğer bir yöntem yarışma. Yarışmada amaç işi en ucuz yapana değil en iyi yapana vermek.

Yarışmayı daha ayrıntılı bir şekilde anlatmadan önce bir konuda ihale yönteminin nitelikli kentsel mekân elde etmeye dolayısıyla kamu yararına verdiği zararın altını çizelim.
Yüksek bir kırımla (tahmini bedelden indirim) aldığı bir ihale sonucu, nitelikli tasarıma değil sadece zarar etmeden işin içinde çıkmaya odaklanan bir mimar, tasarımında doğal olarak pek çok hata yapacaktır. Kamunun tasarım bedelini tekil olarak değerlendirmek yerine, binanın inşaat maliyeti üzerinden değerlendirmesi çok daha doğru bir duruş olur. Bugün Türkiye’de projelendirme maliyeti yapının toplam maliyeti içinde %2-5 aralığında; şehirlerine ve binalarına imrenerek baktığımız ülkelerde ise bu oran %6-10 arasında.

Hatalı tasarım, eksik paftalar ve ihalenin yol açtığı diğer sorunlar bugün yaşadığımız kentleri, binaları ortaya çıkardı. Binalarımızı 20-30 yıl gibi sürelerde yeniliyoruz. Evet, bu sayede inşaat ekonomisi hareketli ancak bunun sürdürülebilir bir ekonomik yaklaşım olmadığı da açık.

Yarışma

Yarışmayı özet olarak “bir tasarım sorununa, belli bir şartnameye göre 2 ve daha fazla tasarımcının öneri hazırlaması olarak” adlandırabiliriz.

Türkiye’deki kamu kurumlarının yarışma açacakları zaman uymakla yükümlü oldukları bir yönetmelik var. Bu yönetmelik yukarıdaki en basit tanımı, en ince ayrıntısına kadar tanımlıyor. Alışkın olduğumuz gibi geniş çerçevede kamu yararını değil, öncelikle devleti koruma refleksleri ile hazırlanmış. Öyle olmasına rağmen Türkiye’de proje elde etme açısından tartışmasız en iyi yöntemi sunuyor.

Yönetmelik merkezi yönetimin ya da yerel yöneticilerin ihtiyaç duyacakları şehir ve bölge planlama ölçeğinden grafik tasarım, hediyelik eşya, heykel gibi alt ölçeklere kadar her tür düzeyde çözümü sunabilecek şekilde yazılmış.

Ulusal, uluslararası ya da bölgesel yarışma açmaya olanak tanıyor.
Gerektiğinde sadece fikir üretmek, düşünmek, kültüre katkı koymak amacıyla yarışmalar açmaya da uygun yönetmeliğimiz. Bunu fikir yarışması olarak tanımlıyor. Ya da idarenin ihtiyacının direkt olarak hedefe yönelik olarak çözecek yarışmalar açmaya olanak sağlıyor.

Yarışma ve Diyalog

İdareler ve bazen tasarımcılar da yarışmayı sonuç ürüne odaklanan bir araç olarak görüyorlar. Oysa yarışma sonuç ürün kadar kamu kurumu ve tasarımcılar arasında bir diyalog platformu yaratıyor. Fikir, kentsel tasarım ya da bir mimari proje yarışması olmasından tamamen bağımsız bu durum.

Bir kamu kurumu yarışma açmak istediğinde oldukça tedirgin davranıyor. Karar verme yetkisini başka bir otoriteye terk etmek istemiyor. Kimi zaman bu çekincenin nedeni mimarlığı da en iyi o idarecinin bildiği düşüncesi olabiliyor.

Yarışma jürileri, jüri oldukları andan itibaren kendilerini idarenin otoritesinin ötesinde, sadece tasarımı değil yaşamı şekillendirme amacını kendinde gören olarak davranabiliyor.

Her iki taraf da bu davranışlarını kamu yararı için yapıyor. Ona inanıyor. Bu durum yarışma modeli dışındaki herhangi bir durumdan çok farklı değil esasında.

Ancak bir yarışmanın açılma kararı alındığı andan itibaren, yarışma süreci tarafların aralarında doğal olarak kurdukları diyalogla rayına oturuyor. Jüri, yarışmacılarla idare arasında bir hakem görevini üstleniyor ve taraflar sorunları bir müzakere masası etrafında toplanarak çözme yoluna giriyorlar.

Türkiye’de kentleşme meselelerinde tarafları bir masa etrafında toplayabilecek başka bir araç yok. Yarışma bu niteliği ile kentleşme sorunlarımıza çözüm sunabilecek bir araç olabilir.

Geleceğin Kenti için Yarışmayla Yap

Türkiye’de 2000-2012 yılları arasında yılda ortalama olarak açılan yarışma sayısı 8,6. Üretilen bina sayısı ise on binlerle ifade edilebilir. Kamunun bina üretiminde bile yarışma yöntemini kullanmadığı söylenebilir. Kaldı ki açık alan düzenlemeleri, kentsel tasarımlar, parklar şehir hakkında alınacak üst ölçekli kararlar bile hep yarışmayla yapılabilir.

Aslında yarışmayla yapmak tarafları müzakere masasına çekmek demek oluyor. Bugün mimarlar ve kamu kurumları arasında hiçbir bağ olmadığını söylemek olanaklı. Belediyeler ve merkezi idareler yabancı mimarlara tasarım yaptırıyor. Bu siparişlerde “Osmanlı & Selçuklu stili” dayatması olduğunu ortaya çıkan tasarımlardan da görebiliyoruz. Kamu kurumu adına da mimarlık ortamı adına de utanç verici bu durum ancak kamu iradesi ile mimarlık ortamı arasında yeniden kurulması zorunlu olan diyalogla çözülebilir.

Geleceğin kentini sırf gayrimenkul odaklı bakarak oluşturamayız. Geleceğin şehri için kamu mimarlık alanıyla diyalog kurmak zorunda. Yarışmayla yapmak kamu & mimarlık arasındaki bağı kurabilecek önemli bir araç olarak daha yaygın kullanılmayı, sahip çıkılmayı bekliyor.

* 24 Aralık 2014’te “Geleceğin Şehri” sempozyumunda sunulan bildiridir. 

Yorum yapın