Son dönemde hepimiz siyasetle ister istemez daha yakından ilgilenir olduk. Toplum olarak siyasallaştık. Dışında kalmak, işime zaman ayırmak için çabaladım ama ben de dâhilim yazdıklarıma. Mimarlık ve mimarlık yayıncılığı siyasetle doğrudan ilişkili ama yine de en kısa zamanda üzerimizdeki siyasallık yükünden bir nebze olsun kurtulmak arzusunu paylaşarak başlamak iyi olur bu siyaset ilişkili yazıya.
İki yıl süren gergin bir dönemin sonunda bir grup insan tam da boğulmak üzereyken biraz nefes aldığını hissetti 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonucunun ortaya çıkmasıyla. AK Parti’nin tek başına iktidar olamayacağının görüldüğü seçim sonucu tablosunda nasıl bir koalisyon kurulacağı, daha doğrusu AK Parti’nin olası koalisyon hükümetinin bir parçası olup olmayacağı belli değil. Benim bir mimar olarak beklentim ve isteğim olmaması yönünde.
AK Parti, koalisyonun bir parçası olur ya da olmaz, bir sonraki seçimlerde ANAP gibi silinir ya da güçlenir. Ne olursa olsun AK Parti çizgisinin Türkiye’de var olacağı ve geniş kitleler tarafından destekleneceği açık. Gelecekte ülke sorunlarının çözümünde AK Parti ya da onun yerini alacak parti ya da partiler de hep var olacaklar. Beraberce çabalayacak beraberce yaşayacağız.
Geçmiş yıllarda, Sünni Müslüman (Mesela Alevilerin sorunları zaten halen fazlası ile sürüyor.)bir kısım vatandaşın ibadetini istediği gibi yapamadığını da yadsıyamayız. Ya da makarnacı / takunyalı olarak adlandırıldığını… (Sosyal bilimci ya da siyaset bilimci değilim ama derdimi eksiksiz anlatmak için aralarda bu notları düşmem gerekiyor.) Ve elbette kendilerine yapılan haksızlığa, yönetimi ele geçirdiklerinde rövanşist bir yaklaşım sergilediklerini, bencilce davrandıklarını vesaire unutmayarak yazmak lazım bunları.
Toplum AK Partili ve karşıtları diye ikiye ayrılmış durumda. İki cephedeki taraftarların da gözünü kolay kolay başka bir şey görmüyor; adeta kutuplarına doğru bilerek ittirilmiş ve elektrik yüklenmiş durumda. Kişisel olarak AK Parti’ye oy verenler gerçeğini bir gün bile gözden kaçırmadığımı sanıyorum, çabaladım en azından bu yönde. Halen de aynı tavrımı koruyorum.
AK Parti ve onun ayrılmaz bir parçası olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a olan hisler daha da coşkulu. Her iki taraf için de öyle. Bir taraf ne kadar kızgın ve öfke dolu ise öte taraf o kadar seviyor ve bağlı. AK Parti’yi Erdoğan’ın yoktan var ettiğini düşündükleri içindir belki de. Burası da yazının ana damarı ve benim uzmanlığım değil, yine asıl anlatmak istediğim konuyu olgunlaştırmak için tüm bu bilinenleri bir kez daha okuyorsunuz.
Erdoğan’la ilgili yapılan eleştirilerde her toplum kesiminden AK Partilinin, ortak bir yorumu oluyor: Daha okumuş yazmış kesimde bu yorum “Erdoğan bilinçli olarak şeytanlaştırılıyor.” gibi bir söylemle görünür olurken, mesela bir taksici ile sohbette “Bütün yabancı basın Erdoğan’ın aleyhinde yazıyor.” cümlesi ile karşıma çıkabiliyor.
Açıkçası siyasette rakibin daha az oy olması için bu tür oyunlar oynanabilir. Aslolan sanırım her tip entrikaya karşı, demokratça, beyefendice cevap vermek mücadele etmek olabilir ancak. Kimse kimseyi tek başına şeytanlaştıramaz ya da bir başka deyişler “her koyun kendi bacağından asılır.”
Tüm bu siyaset oyunlarını da bir kenara koymayı deneyelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan mimarlık ve şehirleşme alanında nasıl bir performans sergiledi, sahiden birilerinin tuzağına mı düşüyoruz yoksa katledilen şehirlerimizin ve çevrenin sorumlusu Erdoğan olabilir mi, gelin üzerinde beraberce düşünelim:
O kadar çok konu var ki yazacak, üzerinde düşünecek. Ama sanırım en önemlisi iş yapma biçimi. Hukuk meselesi. Ama Mimarlar Odası’nın anladığı gibi değil sadece. Erdoğan devletin alışılageldik kurallarını kullanmadı. Devletin Erdoğan’dan önceki iş yapma biçimi şahaneydi de Erdoğan bunu mahvetti değil. Eskiden de işler belli network’ler içinde dağıtılıyordu belki, “kendi adamlarına” onlar da yaptırıyorlardı. Ama hiçbir zaman bu kadar liyakat sorunu olmadı devlette. Hiçbir zaman tüm işler bir kişinin iki dudağı arasında olmadı. Hiçbir dönemde tüm projeler bir kişinin önüne götürülerek (Belki Atatürk döneminde söz konusu olabilir.) adeta tashih alınmadı.
Hiçbir dönemde hazırlanan projelere “şuraya biraz eli böğründe eklesek…” “çok güzel olmuş ama bunun cephesini biraz “Selçuklu & Osmanlı” yapalım diyen devlet memurları duymadım mesela Eski Türkiye’de. Bu devlet memurları bu dayatma güçlerini, kendi rollerinin çok üzerine çıkarak mimarın tasarımına müdahale etme cesaretini Erdoğan’ın önceki davranışlarından aldılar. Erdoğan devlet bürokratlarını adeta mimarlara ve mimarlığa karşı birer savaşçı haline getirdi.
Başbakanlığı ve hatta Cumhurbaşkanlığı boyunca kendisi adeta Türkiye Belediye Başkanı gibi davrandı. AK Partili belediye başkanlarını defalarca çok küçük durumda bıraktı. İstanbul’da silueti bozan yapılara yık emrini kendi partisinden olan Topbaş’ı atlayarak kendisi verdi. Sonra izni veren kendi Belediye Başkanı’ndan hesap sormak yerine binanın sahibine küstü. Tüm bunlarla imar işlerinde her şey benden sorulur gerçeğini defalarca yüzümüze vurdu. Gaziantep’te daha dün AK Partili belediye başkanı Fatma Şahin’in sivil toplumla müzakere ederek geliştirmek istediği alan için cami yapılacak diyerek bir kez daha kendi belediye başkanını kontrpiyede bıraktı. Toplumun gözünde küçük düşürdü. Türkiye’de imarla ilgili tüm konuları ben bilir ben karar veririm söylemini bir kez daha bizlere ilan etti.
Türkiye’de çılgın projeler devri yarattı. Kanal İstanbul projesini ortaya attı ve arkasında durdu. Kanal İstanbul’a destek olan tek bir bilim insanı yoktu. Tüm bilim insanlarının görüşlerini hiçe sayarak Türkiye’de bilginin değersiz olduğu algısının yaratılmasına neden oldu. Yapılması ile oluşacak çevre felaketini konuşmaya bile gerek yok. 2015 Genel Seçimi’nde CHP’nin ortaya attığı Merkez Türkiye projesi yaratılan algı ortamından ana muhalefet partisinin bile nasıl etkilendiğini gösteriyor.
İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış bir sanatçının heykeline toplumun önünde ucube diyerek sanatçıyı ve eserini küçük duruma düşürdü. Kars’taki bir heykelle Başbakan’ın birebir ilgilenmesi hep aynı şeyi söylüyor bize: Türkiye’de imar konusunda her şeyi ben bilirim ben karar veririm. Unutmadan not düşelim bunlar bazı projelerde olduğu gibi seçimlerde oy getirecek bir projenin, Vali ya da Belediye Başkanı yerine Başbakan tarafından açılması gibi masum tavırlar değil. Bayağı bayağı hepimizi zor durumda bırakan söylemler. Başbakan’ın “ucube” dediğini gören bir başka Belediye Başkanı büyüğünden ne gördüyse yapıyor doğal olarak.
Üsküdar Belediyesi Kandilli Geleneksel El Sanatları Merkezi’nde katıldığı bir toplantıda hiçbirimizin gündeminde yokken, hiçbir planda yokken, orada cemaat yokken, orada bir camiye ihtiyaç yokken Çamlıca’ya İstanbul’un her yerinden görülecek devasa bir cami yapacaklarını açıkladı. Bu cami için yarışma müessesine zarar verecek, hem de çılgın ödülü olan bir yarışma düzenlendi. (Neyse ki kimse katılmadı.). Yarışmadan çıkan sonuç uygulanmadı. Erdoğan’ın kendisinin karar vereceği / verdiği hep konuşuldu. Böylece ihtiyaç olsa da olmasa da ben istersem yapılır; kanun, plan, ihtiyaç, mimar tanımam ben algısı biraz daha yerleşti toplumun kafasında.
Çamlıca TV Kulesi Yarışması’nda 1. Ödül yerine 3. Ödül’ü beğendiği konuşuldu, itiraz etmedi. Yine tek karar verici benim, siz ne yaparsanız yapın ben bilirim mesajını vermiş oldu bu söylem doğru da yanlış da olsa (Bir başka duyuma göre, 1. Ödül uygulanamaz bir proje?)Büyük Çamlıca için yapılan yarışmayla elde edilecek yapı Çamlıca Camisi’ni gölgelemesin diye yapı Küçük Çamlıca’ya taşındı (taşınmış!). Böylece bir kez daha planlama ilkelerinin, tasarımın değil Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak sözlerin asil olduğunu görmüş olduk.
Cami meselesini içinden çıkılmaz bir hale soktu. Zaten kötü durumda olan cami mimarisi Erdoğan’ın yarattığı ortam sayesinde hiç konuşulamaz bir hale geldi. Ataşehir’e Mimar Sinan Camisi, Çamlıca’ya devasa cami, Kuzey Ankara projesine Türkiye’nin en büyük camisi, Taksim’e cami, Kadıköy rıhtımına, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı binasına cami; Gaziantep Kamil Ocak Stadyumu’nun olduğu yere park değil cami, tüm üniversite kampüslerine mutlaka gösterişli bir cami ve sayılamayacak örnekle oluşturduğu ortam, toplumun bir kesimini mutlak cami düşmanı yaptı. Nitelikli cami mimarisi konuşmak neredeyse olanaksız hale geldi. Cami mimarisi üzerine düşünen kişileri zor durumda bıraktı. Nitelikli meslek insanlarının cami ile ilgilenmesinin önünde en büyük engel oldu. Tüm bunları İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde okuduğum tüm süre boyunca tek bir cami tasarımının proje dersinde verilmediği bilen, bu konuda eleştirisi olan birisi olarak yazdığımı da eklemem lazım doğrusu.
3. Köprü ve 3. Havalimanı’nın yerine helikopterden karar verdi. En azından medyadan biz böyle izledik. AK Partili İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yıllar ve milyonlar harcayarak hazırladığı 1/100.000 ölçekli planda ne köprü vardı ne de havalimanının yeri helikopterden belirlendiği gibi kuzey İstanbul’da değildi çünkü o planın, havaalanı yeri seçimindeki amacı bölgeyi yerleşime açmak değil İstanbul’un havaalanı sorununu çözmekti (Meraklısı için 3. Havalimanı Silivri’de zaten planlanmıştı.). Böyle yaparak İMP’de çalışan yüzlerce kişinin emeğine bir kez daha haksızlık edilmesinde birincil rolü üstlendi. İMP’nin Başbakan’ın istediği gibi çalışmaması üzerine İMP Başkanı’nın tasfiye edilmesinde de asıl rolün Erdoğan’da olduğu belki hiçbir zaman açıkça konuşulmayan ama hepimizin bildiği bir gerçek.
Taksim Gezi Parkı’na hala gerçek muhteviyatının ne olduğunu bilmediğimiz bir bina yapmak istedi. Bu isteği mimarlar, kurullar tarafından reddedilince Gezi olaylarının ortaya çıkmasını kendisi sağlamış oldu. Gezi Parkı ile ilgili açıklamalarında mimarlığı ve bilgiyi ayaklar altına aldı. “Topçu Kışlası’nı yapacağız. Üst Kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz.” diyerek bilmem kaç yılda oluşan koruma kavramına en büyük zararı verdi. Gezi sürecinde Fatih Altaylı’ya konuk olduğu TV programında Altaylı’nın hediye ettiği Opera binaları kitabına “Modern değil, değil mi?” diyerek bir kez daha ekranlar önünden mesleğimizle ilgili en büyük zarar verecek iletişimlerden birisini yaptı.
Hangi birini yazayım ki daha: Ataşehir Finans Merkezi için yürütülen kapalı süreci mi? Kime hazırlattırıldığı dahi açıklanmayan olimpiyat projelerini mi? Tüm mimarları ötekileştirip, düşman ilan edip kamu projelerinin neredeyse yarısından çoğunu yabancı mimarlara sipariş edip bir de o saçmalıkların bize Osmanlı & Selçuklu olarak yutturulmaya çalışılmasını mı… Bu yazı böyle bitmez, daha eklenecek onlarca yüzlerce başlık var, aslına bakarsanız bu konu başlı başına kitap yapılabilecek kadar geniş. Bu nedenle burada keselim ama kapatmadan önce iki çift söz: (Başbakanlık olarak yapılan ve şu anda Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan bina ile ilgili pek çok kez yazdım, burada yeniden uzun uzun sıralamayacağım. Unutmadığım bilinsin diye ekledim sadece.)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iyi ya da kötü niyetle şehirlere ve toplumun gözündeki mimar algısına en büyük zararı veren kişidir. Bu zararın oluşması nasıl bir anda olmadı ise restorasyonu da hiç de kolay olmayacaktır. AK Parti ve/veya Erdoğan’ın iktidardan uzaklaşması tek başına bir anda yaraları sarabilecek bir çözüm olmayacak.
AK Parti taraftarlarının “Erdoğan hiç mi iyi şey yapmadı?” dediğini duyar gibiyim. Yapmaz olur mu elbette yaptı: AK Parti İstanbul’u raylı sistem hatlarıyla donattı, bunda kuşkusuz en önemli rol Erdoğan’ın. Hızlı tren başlı başına önemli bir iş… Marmaray’ı kullanmak rüya gibi bir şey, İstanbul’un iki yakasını bu hızda birleştirmek harika. Türkiye’de gidemediğimiz pek çok yere havalimanı yapıldı son dönemde, artık nereye istesek gidiyoruz. İhtiyaç olduğu yerlerde yapılan duble yollar da bence önemli. Ama verdiği zarar o kadar büyük ki…