Tiyatrocular tiyatrolarının, bisikletçiler bisiklet yollarının, Kuzey Ormancılar ormanlarının derdinde tivitler gönderiyor. Mimarlar ve şehirleşme ile ilgilenenler de gönüllerinden geçenleri yazıyorlar. Açıkçası benim beklentim çok düşük. Beklentimi düşük tutmaya çalıştığım ya da Ekrem Bey’den bir beklentim olmadığı için değil -eh artık yaş gereği- Türkiye gerçekleri ile çok yerde yüzleştiğim için belki. Her yere bisiklet yolu yapılması, bir anda İstanbul peyzajının toparlanması gibi beklentilerim yok doğrusu. Dikey bahçelere son verilmesi, önemli İstanbul meydanlarının nitelikli bir çevreye kavuşturulması bir de kaldırım müdürlüğü kurulması gibi eylemlerle adımlar atılsa iyi bir başlangıç olurdu.
Ama ben bunlarla ilgili yazmıyorum mimarlık ve şehirleşme alanının biraz daha niş bir alanına girmek projelendirme ile ilgili yazmak istiyorum. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu projelerini nasıl elde edecek?
Seçim sürecinde yazı yazmak çok zor. Tüm dikkatler gündeme odaklanıyor gündem dışına çıktığınızda ilgi odağı haline gelemiyorsunuz kimse teknik konularla da ilgilenmiyor, en baştaki bir iki gündem maddesi herkese yetiyor ama ihale sistemini anlatmadan Başkanların projelerini nasıl elde edeceğini düşünmek mümkün değil, sabırla okumanız dileği ile.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ihale sisteminde kamu kurumlarının çok büyük çoğunluğu Kamu İhale Kanunu’na tabi İstanbul Büyükşehir Belediyesi de öyle. Bu mevzuat herhangi bir hizmet almak ya da ürün satın almak için çeşitli ihale yöntemleri tanımlıyor: doğrudan temin, pazarlık usulü ve açık ihale bunlardan bazıları.
Pek çok mimar bugüne kadar projelerini bu üç ihale yönteminden birisiyle yaptılar. Devlet ihaleler için her sene başında eşik değerler açıklıyor. 2019’da açıklanan eşik değerlere göre doğrudan temin parasal limiti Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde olan idareler için 90.000 ve diğer idareler için 30.000 TL, pazarlık usulünün limiti ise 300.000 TL.
Yani bu limitlere kadar olan değerlerde kamu ihale sistemi idareleri açık ihale yapmaksızın hizmet ve ürün satın almak konusunda serbest bırakıyor. Bu serbestlikten kasıt üç yerden teklif olmasını gerektiriyor, söz konusu olan yine bir ihale, sadece biraz kolaylaşmış durumda.
Yani siz bir müze de çiziyor olsanız opera da çiziyor olsanız eğer idare bu işi sizinle çalışmak istiyorsa fiyatınız belli en fazla 300.000 TL.
Bu fiyatı yükseltmek için çok çeşitli yöntemler deneniyor:
- Bir müze projesini 2- 3 pazarlık usulü yöntemine bölerek (mimarlık statik mekanik vb.) yükseltmek karşılaşılan yöntemlerden.
- Doğrudan temin limiti içinde bir konsept proje hazırlanarak bu konsept projede oluşan müelliflik hakkını kamu ihale kanununun müelliflik hakkı üzerinden yorumlayarak dilediği fiyata işi vermek.
- Yine kamu ihale kanununda olağanüstü haller için tanımlanan madde üzerinden belirli sayıda teklif toplayarak davetli yapılan işler.
- Kamu kurumunun elinin altında Kamu İhale Kanunu’na tabi olmayan bir idare varsa, onun mali kaynaklarını kullanmak.
- Sadece mimari projeyi belli seviyede satın alarak daha sonraki ödemelerin inşaat ihalesinden sonra müteahhit tarafından yapılmasını sağlamak.
- İdare kaynaklarına resmi olarak girmemiş olan bütçeleri kullanarak özel sektör gibi davranabilmek.
Bu yöntemlerin tamamının çok problemli ve tercih edilmemesi gereken yöntemler olduğunu açmak bu yazının konusu değil.
Mimarlık & mühendislik projelerinin bir yapının en önemli satın alma kalemi olduğunun yeterince farkında olmayan büyük çoğunluk ise yukarıdaki risklere girmeden, başka yöntemler de aramadan -gönül rahatlığıyla- açık ihale ile on ya da yüz milyonlarca liralık işi en ucuza teklif verene yaptırıyor.
Kamu İhale Kanunu’na göre düzenlenmiş bir de Yarışmalar Yönetmeliği var. Aslında bir ihale sayılan yarışma, kamunun tasarım hizmeti satın alma yapması için bir diğer araç.
Kamu idareleri ve dolayısıyla İBB ve ABB de tüm yarışmalarını bu yönetmeliğe göre yapmak zorunda. Ancak İBB geçtiğimiz dönemde tabi olduğu yönetmeliğin dışında farklı yarışmalar açtı. Bunlardan bildiklerimiz Yenikapı, Kartal, Maltepe ve Küçükçekmece yarışmaları idi.
İBB’nin AK Parti döneminde Yarışmalar Yönetmeliği hükümleri ile açtığı yarışmalar ise şunlar:
- 2001, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası Mimari Proje Yarışması
- 2001, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadıköy Meydanı Haydarpaşa-Harem Çevresi Kentsel Tasarımı
- 2005, Beylikdüzü Cumhuriyet Caddesi ve Yakın Çevresi Kentsel Tasarım Yarışması
- 2006, Maltepe Bölge Parkı Fikir Projesi Yarışması
- 2007, Başakşehir Kent Merkezi Kentsel Tasarım Proje Yarışması
- 2008, İBB Şehir Tiyatroları Beyoğlu Sahnesi Mimari Proje Yarışması
- 2009, Yaya Üst Geçitleri Fikir Projesi Yarışması (3 ayrı paket)
- 2011, Çamlıca Tepesi TV Radyo Kulesi Fikir Projesi Yarışması
Bunlardan Çamlıca Kulesi Yarışması yönetmeliğe yani yasalara aykırı olarak 3. Ödül sahibinin tasarımı olarak ve Büyük Çamlıca yerine Küçük Çamlıca’da uygulanıyor. Başka herhangi bir yarışma ise uygulanmadı.
Ankara’yı sıralamıyorum ama orada da 2000 yılında açılan Ankara Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binası yarışması ile yarışma süreçleri duruyor (2013’te iki yarışma var, farkındayım).
Yarışmalar oldukça yorucu süreçler. Süreci yorucu hale getiren en önemli konu şeffaflık. Şeffaflık belli süre sonra İdare’yi yoruyor. Özellikle siyasete endeksli kurumlar olan Belediyelerde şeffaflığın yarattığı durum önemli bir gündem maddesi haline geliyor ve bir iki tane yapan İdare yarışmadan vazgeçebiliyor. Ya da İBB örneğinde olduğu gibi İdare’nin yarışma ile yıldızı hiçbir zaman barışmıyor. Aslında bir metropoliten belediyede yıldızın barışması çok da kolay değil… Peki ne yapmalı? Ayrıntılara doğru devam edelim.
İhale bir işi en ucuz olana yarışma ise en iyi olana yaptırma sanatı. Bunu unutmadan yarışmalarla ilgili bazı temel prensipleri hatırlayarak başlayalım:
- Yarışmayı Kamu İhale Kanunu Yarışmalar Yönetmeliği hükümlerine göre açmak.
- “Kültür, sanat, bilim ve çevre değerlerinin rekabet yoluyla geliştirilmesi” prensibini hep hatırda tutmak.
- Mimarlığın aynı zamanda bir güzel sanatlar alanı olduğunu, teşvik edilmesini gereğini unutmamak.
- Yarışmaların mesleğin gelişmesine ve etik değerlerin yerleşmesine olan katkısının farkında olmak.
- İyi kurgulanmış bir yarışma sisteminin tasarımcıların uluslararası rekabet edebilir hale gelmesini sağlayacağının bilinci ile hareket etmek.
Bu temel prensipler ışığında İdarelerin kendi tasarım problemlerini en iyi şekilde çözmelerini sağlayacak araç yarışma.
Son 20 yılda Ankara ve İstanbul’da mimarlık, kentsel tasarım ve peyzaj alanlarında proje elde etme süreçleri tümüyle kapalı yürüdü. İdareler kimi zaman gerçekten liyakat sahibine işi teslim ettiler. Ettiler etmesine ama neye göre ettikleri ile ilgili hiçbir bilgimiz yok. Çok önemli bir konser salonu ya da bir müzenin hiç bilmediğimiz bir süreç sonunda bir mimar tarafından yapılıyor olduğunu duyduk. Kimi zaman inşaat tabelası ile haberdar olduk tasarımdan, tasarımcısından.
31 Mart seçimleri sonrası hem İstanbul hem de Ankara’da yani Türkiye’nin en büyük iki kentinde Belediye Başkanları değişti. Milyonlarca vatandaşın yaşadığı bu kentlerde Başkanların etrafını siyaset ve çıkar grupları çok hızlıca saracaklar. Tasarımcılar açısından da durum farklı olmayacak.
Bu durumda ne yapılabilir? Çıkar grupları içinde lobicilik yapmak mı yoksa daha geniş kesimlerin kazanacağı, mesleğin gelişmesine, Belediyelerin daha iyi binalar elde etmesine yardımcı olacak bir sistem geliştirmek üzerine düşünmek mi? Mimarların kendisine sorması gereken soru bu. Bana göre cevap yine yarışmayla yapmak.
Son 7 yıl içinde 50’ye yakın yarışmanın jüri çalışmasında bulundum. En az onun iki katı kadar yarışma önerisi geliştirdim. Geliştirdiğim önerilerden daha fazla sayıda da İdareler ile görüşmeler yaptım. AK Parti, CHP, MHP ve HDP’li belediyelerin tümünün yarışma süreci içinde oldum. 20.000 nüfuslu bir ilçenin yarışması için de bir Büyükşehir Belediyesi için milyonları aşan bütçeli yarışma için de çalıştım. Uzattım ama bundan sonra İBB ve ABB için nasıl bir yarışma sistemi geliştirilebileceğine ilişkin yazacaklarımın gediğine tam oturması için bu tecrübe vurgusu gerekiyor.
İBB ve ABB tüm projelendirme ihtiyaçlarını yarışmayla yapabilir, evet bu mümkün ve olur. Bu büyük belediyeler tüm tasarımlarını yarışmayla yapabilirler. Şöyle bir ikili sistem önerisi seçeneklerden sadece birisi:
Açık yarışmalar
Her iki belediye de her sene 2-3 tasarımını açık yarışmayla yapabilir. Açık yarışmalarla elde edilenler küçük kentsel tasarımlar, küçük peyzaj alanları ve küçük binalardır (Binli metrekareler). Böylece bu yarışmalara katılarak ödül kazanacak yeni isimler kazanılır, genç tasarımcıların önünü tıkayan bir sistem oluşturulmamış olur.
Ayrıca 5 yıllık dönem boyunca 1-2 tane büyük, çok önemli bina, açık ve uluslararası yarışma olarak da açılır.
Ön seçimli yarışmalar
Belediyelerin ihtiyacı olan temel tasarım hizmetini karşılayacak olan sistemin omurgasını oluşturan ana unsurdur. İdareler tüm binalarının tasarımlarını yukarıda sıraladığım prensipler ışığında ön seçimli yarışma sistemi ile elde eder.
- Yarışmalar 10’lu (ya da benzer sayı) paketler halinde açılır.
- Yarışmaya katılmak isteyen tasarımcılar portfolyolarını gönderirler.
- Her yarışmaya bu portfolyolar incelenerek seçilecek 8-10 tasarımcı kabul edilir.
- Yarışmaya kabul edilme öncelikle daha önce açılan yarışmalarda ödül almak kriteri dikkate alınarak yapılır.
- Ödül sayısı davet edilecek tasarımcı sayısı kadardır, bir başka deyişle yarışma dışı kalmayan ve proje teslim eden yarışmacıların tümü ödül alır.
- Yaklaşık 90 gün süren bir yarışma sürecinin orta yerinde ikinci 10’luk yarışma paketi açılır ve ilk pakette yer alan isimlerin bu ikinci pakete portfolyo göndermemesini sağlayacak şekilde bir yarışma ilan metni oluşturulur.
Yukarıdaki denemeye göre yılda bir kentte 80 yarışma açılabilir. Türkiye’de 2018’de KİK yönetmeliğine göre açılan yarışma sayısının 2 olduğunu vurgulayarak bir virgülle bitireyim.