Kent siyaseti ve belediyelerin gündeminde farklı konular yer bulabiliyor. İletişim, kültürel hizmetler, engelliler için verilen hizmetler, temizlik ve zabıta hizmetleri, çeşitli altyapı hizmetleri gibi yüzlerce hizmet belediyeciliğin konusu. Bunlardan altyapı, temizlik gibi konular kentte yaşayan her bireyi doğrudan ilgilendiriyor. Ancak ulaşım, kültür yatırımları, imar konuları gibi başlıklar her bireyin doğrudan etkilenmediği ve herkesin ilgilenmesini bekleyeceğimiz konular değil.
Ancak bir konu var ki kentte yaşayan herkesi ilgilendiriyor: kaldırımlar.
Daha evimizin kapısından dışarı ilk adım attığımızda kaldırımla ilişkimiz başlıyor. İşimize arabayla metro ile ya da servisle gidiyor olsak da yine de şehri çeşitli zamanlarda kullandığımız için kaldırımları kullanıyoruz. Şehirde yaşayan her birey; yeni doğmuş, bir bebek arabasındaki bebekten, her tür engelli vatandaşlara kaldırımları kullanıyor.
Peki bu kadar önemli bir alana belediye gereken özeni gösteriyor mu? Gereken yatırım yapılıyor mu? Benim cevabım net: hayır.
“Belediye gerekli yatırımı yapmıyor çünkü kaldırımlar olması gerektiği gibi planlanmış tasarlanmıştır.” Evet, hepimiz iyi olmayan durumun farkındayız ama bu düşünceyi çürütmeden ilerlemek doğru olmaz. İstanbul’da nitelikli kaldırım yok denecek kadar az. Bir noktadan bir noktaya nasıl yürünebileceğinin düşünüldüğü izlenimini veren bir kentte yaşamıyoruz.
O halde ne yapmalı? Kaldırım ve yaya hareketi meselesine yatırım öncelikle fikri düzeyde başlamalı sanırım.
Kentlilerin talepkâr olmasının sağlanması ve bu talebe karşılık gelecek bir belediye biriminin bulunması ilk adımlar olabilir. Bunu oluşturmak için bir yandan İletişim kampanyaları ile yaya konusunda bilinçlendirme yapılırken diğer yandan belediye bünyesinde bir yaya daire başkanlığı kurulması; bu birimin ulaşımla ilgili birimlerle beraber aynı genel sekreter yardımcısına bağlı olmasının sağlanması iyi bir başlangıç olabilir.
Konforlu kaldırımların ve yaya ulaşımının doğal düşmanı motorlu taşıtlar. Motorlu taşıtların, kent içindeki hareketlerinin düzenlenmesinden yasal olarak sorumlu olan kuruluş ise belediye değil, İçişleri Bakanlığı. Hal böyle olunca motorlu taşıt – yaya ilişkisini düzenlemek önemli bir konu başlığı haline geliyor.
Araçlar kaldırımlara park etmesin diye kaldırımlar yüksek yapılıyor ya da motorlu taşıtlara karşı çeşitli engeller oluşturuluyor. Bunların tümü aynı zamanda yayalar için de sorunlar oluşturuyor. Aslında kaldırımın yüksek yapılmasına da engellere de ihtiyaç yok. Bugünkü dijital olanaklarla sıkı bir dijital izleme ve cezalandırma sistemi problemi çözebilir, yeter ki buna niyetimiz olsun. Bir yasal düzenleme ile motorlu taşıtların yasal kontrolünün belediyeye geçmesi gerekiyor, yaya konforu için bu bir zorunluluk.
Nitelikli yaya yolları oluşturmanın önündeki bir diğer engel yolların yetersiz genişliği. İmar sistemi ve gayrimenkuldeki yüksek fiyatlar nedeniyle kamulaştırma da yapılamıyor. Bulvar, cadde ve meydanları bir tarafa bırakırsak İstanbul sokaklardan oluşuyor. Sokaklar ise araç park yeriyle birlikte yeterince geniş kaldırımlar oluşturmaya izin vermiyor. Burada belediyenin cesur adımlar atarak çift taraflı parkı engellemesi ya da bir taraftan kaldırımı kaldırarak oradaki genişliği diğer tarafa transfer etmesi yoluyla konforlu yaya erişimini sağlaması gerekir.
Bugün kentlerimizde dar sokaklarda -ki büyük çoğunluğu öyle- öncelik sırası şöyle
- Yolun açık tutulması
- Araçların mümkün olduğunca çok park etmesi
- Arta kalan bölümünde de yayaların yürümesi
Zihinlerimizde bu öncelik sırasını değiştirmeliyiz: Öncelikle tüm sokaklarda yayalar yürüyebilmeli, daha sonra araçlar geçebilmeli, geriye bir yer kalıyorsa oraya da otopark yapılmalı. Bunu sağlamak yazmak kadar kolay değil biliyorum, ancak sigara kampanyasındaki gibi bir iletişim kampanyası ile desteklenirse neden olmasın.
Kaldırımların önündeki bir diğer engel altyapı şirketlerinin çeşitli kutuları, direkleri, kazıları. Su ve kanalizasyon ile doğal gaz hizmetleri zaten belediye tarafından sağlanıyor. Geriye elektrik ve internetle ilgili altyapılar kalıyor. Bunların kısa ve uzun vadeli her türlü altyapı yatırımını eksiksiz ve bahane oluşturamayacak şekilde belediye yönetiminde/koordinasyonunda yapması gerek.
Nitelikli yaya yollarına, böylece daha nitelikli kentlere kavuşmamızla ilgili başlıklar çoğaltılabilir ama son bir başlık ile kapatmak istiyorum: Her yere metro her yerde metro. İBB’nin en sevdiğim sloganıydı. Her İstanbullu (Burada İstanbul’a özelleşsin artık yazı.) evi ve işi arasındaki yolculukta 5-10 dakika yürüyerek bir toplu taşıma istasyonuna erişebilmeli. Metro istasyonları, kalabalıklara cevap verecek şekilde çözülmeli. Trenler iyi havalanmalı. Frekansları artmalı. Yani metrolar döpiyesli, takım elbiselinin de birinci tercihi olmalı. Ve buna paralel olarak motorlu taşıt yollarına yatırım son bulmalı.
İBB’nin yönetim şemasında Muhtarlıklar, Mezarlıklar, Bilgi İşlem, Zabıta gibi 28 daire başkanlığı var. 16 milyon İstanbullunun tümünü ilgilendiren yayayla ilgili bir birim ise yok. Yaya Daire Başkanlığı hepimizin daha nitelikli çevrelerde yaşamasını, yürümemizi (Böylece daha sağlıklı da olacağız.), ayağımızın burkulmamasını, zaman kazanmamızı, verimliliği, ekonomik faydayı sağlayacak. Haydi kurun.