Sanırım bu yazının en başında ortamın seviyesine paralel olarak şunu yazmak gerekiyor:
Kavuşma Durağı işi ile benim hiçbir profesyonel bağlantım yok, hiç olmadı, cebime bu işten 1TL bile para girmedi, hiçbir zaman girmeyecekti, girmeyecek. “Arman’ın Twitter hesabına “bu işten kaç lira aldın söyle” yazanlar bile olduğu için buradan başlamakta fayda var. Arman’la hiçbir organik bağım da yok, şirket ortağı değiliz, hiç olmadık, olmayacağız.
Haliç Yarışması’nda ön seçimde belirlen ekiplerin hiçbirisi ile bir iş ilişkim yok. Seçilen 42 ekibin tamamına yakınını tanıyorum. Seçilemeyen 67 ekibin de aynı oranda büyük çoğunluğunu tanıyorum. Çoğuyla geçmişte jürilerde beraber olmuşuzdur, birlikte proje üretmişizdir. Ancak yasaya veya ahlaka aykırı hiçbir durumun içinde hiç olmadık, bugün de öyle bir durum söz konusu değil. Ayrıca ön seçimde bir rolüm yok, seçim asli jüri üyeleri arasından yapılıyor. Ve ek olarak seçim gününün büyük kısmını Taksim’de Kavuşma Durağı’nın açılışında geçirdim.
Şu anda İBB’nin 10 yarışmasından sadece Haliç ön seçimli modelle yapılıyor. Geri kalan tüm yarışmalar açık. Bu yarışmanın ilanının İBB’nin diğer yarışmalarından sonra yapılması için ilgili yöneticiler ve jüri ile çok defa konuştum (tepkilerin geleceğini bilerek). Tüm bu tartışmalardan sonra Haliç önüme gelse yine aynı modeli öneririm. Bir de hızla ilgili not düşmek zorunluluk: Hızlı yapılıyor çünkü yarışmanın büyük bir kısmı Eminönü – Alibeyköy tramvayı ile ilgili. Bu hattın yaz aylarında açılması planlanıyor.
“Kavuşma Durağı” ismini alan geçici strüktür İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat’ın “Taksim’e hızlıca böyle bir şey gerekiyor, ne yapabiliriz?” Sorusu ile benim açımdan başladı. İtiraf edeyim ki aklıma o anda “Yarışmayla Yap” demek hiç gelmedi. Ne kadar zaman var diye sorduğumda 15-20 gün içinde açmalıyız cevabını aldım. Bir yanlış anlama olmasın projelendirme değil, uygulanması ve her ne şekilde bir iş olacaksa açılması. Böyle olunca yarışma sanırım aklımdan tümüyle çıktı.
Bir yandan da Taksim için daha önce başka denemeler yapılmış ve uygun bulunmamıştı. Haydar Karabey ile “aman bir çadır olmasın” diye kendi aramızda ve idare ile konuştuğumuzu hatırlıyorum.
Daha önce bu tür strüktürler tasarlamış ve üretmiş, yıllardır Hollanda’nın önemli ofislerinden birisinin iki ortağından birisi olan, yarışmalarda çok sayıda ödülü bulunan, uygulama yapmayı bilen ve en önemlisi hızlı bir şekilde bu işi yapabileceğini düşündüğüm Arman Akdoğan’la konuştum.
Kim olarak konuştuğum da önemli: 20 yıldır mimarlık alanının en önemli yayınının sahibi, onlarca projesinin fikrinin üreticisi, her sene mimarlık yıllığı seçkisi oluşturan, genç mimarlara, işverenlere, yapı malzemesi sektörüne yönelik ödüller veren kurumun sahibi ve koordinatörü olarak konuştum Arman’la.
Liyakatsa iki taraflı liyakat da ziyadesiyle ortada duruyor bir yandan da…
Üç öneri hazırladı. Bunlardan birisine karar verdik. Arman’ın “3’ünü de anlatsak” önerisine de karşı çıkarak (zaman kısıtlaması nedeniyle) Polat’a sunumu yaptık. Beğenildi, hızlıca uygulama aşaması çalışmalarına geçildi. Mühendisle yapılan ilk toplantı ve nasıl üretilebileceğinin tartışmalarına bir miktar katıldıktan sonra süreçten koptum.
Yaklaşık 15 günlük bir zamanımı harcadım iş için. Hiçbir maddi karşılığı olmaksızın. Krizde. Ve iki şirketim de -Türkiye’deki mimarlık alanındaki herkes gibi- hiç de kolay olmayan günlerden geçiyor iken.
Kavuşma Durağı tartışmaları içinde Çağlar Biber, bir yazısını Arkitera.com’a gönderdi ve yayınlandı. Bu yazı ancak Ahmet Turan Köksal’ın yazısının altında yorum olabilecek nitelikte. Yeni bir söylemi yok, Twitter’dan söylediklerinden ve çocukça cevap yazmaktan başka özelliği olmayan nitelikte bir yazı.
Arkitera Mimarlık Merkezi AŞ halen hisseleri %100 bana ait bir şirket, Arkitera.com da Arkitera Mimarlık Merkezi’ne ait. Yönetimine hiçbir müdahalem olmuyor. Şu bilinmeli: Yapabilirim ama yapmıyorum, 20 yıldır hiç yapmadım. Hiçbir zaman sansür olmadı. Buna rağmen böyle bir yazıyı Arkitera.com’a göndermekten imtina ediyorum, umarım Arkitera.com editörleri de kendi kendilerine neyin yorum neyin köşe yazısı olduğunu tartarlar.
Çağlar Biber’in tivitlerini tekrar okuyunca özünde kötü niyetli olmadığını düşündüm. Yine de bir dizi hatası var, bunları aktarmak istiyorum:
Samim Magriso 17 Şubat’ta aşağıdaki gibi bir tivit yazdı, bu tivit bir tivit dizisinin parçası ve bu tivit Çağlar Biber tarafından paylaşıldı.
Ben de Samim Magriso’nun aynı tivitini alıntılayarak bir tivit gönderdim. Ekran görüntüsü falan vererek değil, alıntı yaparak yani tıklandığında Magriso’nun diğer tivitilerine erişilebiliyor. Cımbızla çekmek falan yok. Zaten varsa da Çağlar Biber yaptı onu.
Bunun üzerine Biber’den aşağıdaki cevap geldi.
Tutarsız davranışlar Magriso tarafından alttaki tivitin gönderilmesiyle devam etti…
Çağlar Biber Arkitera.com’daki yazısında “Bu yapının mimarı nasıl seçildi diye sorduğumuzda, peki 2016 yılında şu projede sizin çalıştığınız ofis nasıl seçildi diye cevap aldık,” diyerek kendini savundu. Her tivitin ekran görüntüsü veriliyordu ancak bu konuda bir ekran görüntüsü yoktu yazısında.
“Bayrampaşa Kapalı Yüzme Havuzu işini nasıl aldınız?” diye sormuştum. Elbette amacım bana yazılan eleştiriye karşı saldırı yaparak cevap vermek değildi. Çağlar Biber bunun üzerinden beni eleştirmeden de biliyordum yorumunun geleceğini. Ama bu tivitim kontrolsüz, kızgınlıkla, düşünülmeden gönderilmiş bir tivit de değildi öte yandan.
Bir web araması ile Arkiv’den bulduğum bu proje anlamlıydı. Anlatmadan önce Çağlar Biber’in durumunu ve yazacaklarımın aslında ilgili ofis ve diğer kişilerle hiç ilgisi olmadığını, tüm Türkiye’de işlerin böyle yürüdüğünü bildiğimi belirtmek isterim. Eleştirimin Salih Küçüktuna ve PIN Mimarlık ile hiçbir ilgisi yok yani.
Arkiv’den ve alttaki görselden de görülebileceği gibi Çağlar Biber bu projenin tasarımcı mimarlarından birisi. Arkiv’de yardımcı, öğrenci, danışman ve benzeri şekilde gösterilmiyor. Müellif olarak görüyoruz Biber’i.
Bakırköy Yüzme Havuzu projesi ilgili mimarlık ofisinin ve bir müellifi olarak Çağlar Biber’in taşeron olarak çalıştığı bir iş. İşin asıl sahibi Yüksel Proje. Projenin elde edilme yöntemi bugün Türkiye’de mimarlık ortamının yaşadığı bunalımlara neden olan en temel yöntem: Kısaca kendi aramızda “kilo ile ihale” olarak bahsettiğimiz bu yöntem işin büyük müşavirlik firmalarına paket olarak verilmesine dayanıyor. BİMTAŞ, Mescioğlu, Prokon, Protek, Temelsu, TÜMAŞ ve Yüksel Proje gibi şirketlerin kazandığı EKAP’ta yayınlanan resmi açık ihaleler bunlar. Bu ihaleler “İstanbul Genelinde” deyimi ile başlayan meydanlar, caddeler, otoparklar, kültür merkezleri, spor ve hizmet yapıları gibi jenerik ve çoğul isimlerle açıldılar. Söz konusu ihalelerin, beklenen iş deneyimi ve ekip yapısı nedeniyle mimarlık ofislerinin en büyüklerinin bile kazanması olanaksız. Zaten kazanılabilecek de olsa son derece hatalı ihale yöntemleri. 15 tane spor merkezinin aynı anda ihale edildiğini düşünün.
İşte Bayrampaşa Kapalı Yüzme Havuzu işi de kilo ile ihale edilen bir iş. Daha hiçbir soru sorulmadan Kavuşma Durağı ile ilgili yaptığım tüm ayrıntılı açıklamalarıma rağmen ısrarlı tivitler atan, Arkitera’da yazan Çağlar Biber’in de tasarımcısı olduğu bir kilo ile ihale işi. Mimarı taşeronlaştırma işi.
Haliç Yarışması 20 Ocak’ta açıklandı. Ön seçimli olduğu o gün belli idi. Henüz bu yarışma açıklanmadan ön seçimli yarışmalara mesafeli bakan Celal Abdi Güzer ile konuyu bir vesileyle paylaşmış “Aman eleştiri varsa da yarışma ilan edildikten sonra yap ne olur.” diye ricada bulunmuştum. Henüz ilan edilmemiş bir yarışmayı eleştirmek yanlış olur diye. Yarışma açıklandı ne Güzer’den ne de başka birisinden ciddi bir eleştiri gelmedi. Bir ay boyunca hiç kimseden eleştiri gelmedi. Ta ki ön seçim sonuçlarının açıklandığı 17 Şubat’a kadar.
Güzer, ön seçimli yarışma modelini dosya vererek seçilmediği Çanakkale yarışmalarından bir tanesinden bu yana eleştiriyor. Bu açıdan tutarlı bir davranış içinde olduğunu düşünüyorum. Ancak neden eleştirisini yarışmanın açıklandığı gün ve takip eden 1 ay boyunca yapmayıp da sonuçların açıklanması ile yaptığını anlamakta güçlük çekiyorum.
Ön seçimli yarışma modelinde seçilemeyenler dışarıda kaldıklarında doğal olarak yarışmanın da karşıtı haline geliyorlar. Herkes için söylemiyorum bunu. Kimisi gerçekten dosya vermedi. Bazıları dosya verdi seçilemedi hiç tepki göstermedi. Bazıları dosya verdi, seçilemedi, neden seçilemediğini anlamak için ben de dahil olmak üzere jüri üyelerini aradı.
Bu konuda Onat Öktem’den gelen tivit aslında her şeyi özetliyor:
Güzer ile Twitter ve Whatsapp’tan çok sayıda yazışmamız oldu. Halen sorunun özünde uzlaşamadığımızı görüyorum. Sorun ön seçimli yarışmaların eleştirilmesinde ya da tartışılmasında değil sorun mesnetsiz ithamların “çerçevesinde bulunmakta”. Twitter’dan bana bunun ne demek olduğunu sormuş. Bu yazının en başında açıkça yazdım. Zaten Güzer de beni oldukça iyi tanır. Hiçbir alengirli işin içinde olmayacağımı, dürüstlükten, doğruluktan zerre kadar taviz vermeyeceğimi bilir.
Tam da böyle düşünürken hem de 14 ekiple işbirliği içinde olduğumu iddia eden bir tivit’in altına “İlahi Samim, Ömer bunların içinde olur mu?” yazacağına bana Whatsapp’tan doğru mu mesajı geliyor…
Kavuşma Durağı ve Haliç Yarışması tartışmaları iç içe geçiyorken en önemli konu kuşkusuz İdare’nin içine düşürüldüğü durum ve konunun köpürtülerek Taksim Yarışması’nın da işin içine katılıyor olması.
Kavuşma Durağı’nda Taksim Yarışması ile ilgili yapılan etkinlikte gelen sorularda yılların mimarları ön seçimli yarışma ile ili kademeli yarışmayı birbirine karıştırıyorlar. Taksim’le ilgili konuşulması gereken onca konu varken bunların yerine kişisel sorunlarla ilgili çıkmaz sokaklara girmekten hiç imtina etmiyorlar. Kavuşma Durağı’ndaki etkinlik tamamlandıktan sonra Haliç Yarışması ile hiç ilgisi olmayan iki İBB yöneticisini ve beni aynı anda yakalayarak hesap sormaya varıyor bu tavırlar. Dosya gönderiliyor ve seçilmiyor, sorulan bunun hesabı.
Taksim Yarışması’nın jürisi ile kısa bir değerlendirme yapmak için acele olarak ayrılmam lazım diyerek ayrılıyorum. Sonra telefon açarak acele ayrıldığım ve konuşamadığımız için özür dilerim dediğim mimar arkadaşımla konuştukça anlıyorum ki aslında mesele ön seçimli yarışmalar da değil. Serbest, iki kademeli veya ön seçimli olsun yarışmalarda onca mühendisin ve ekibin istenmesine ne gerek var olarak başlayan konuşma devam ediyor…
Haliç ile benzerlik taşıyan 100’den fazla sayıda millet bahçesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından birilerine tasarlamaları için verildi. Ne Kavuşma Durağı için yarışma yapılmadı diyenlerin ne de Haliç Yarışması’nı ön seçimli oldu diye eleştirenlerin çıtı çıkmadı.
MEB şu anda 15 mimara yeniden okullar tasarlatmak istiyor, tüm süreç kapalı yürüyor. Kimseden ses yok.
Ülkede her yıl binlerce bina ve açık alan tasarımı yapılıyor, kimsenin sesi çıkmıyor.
Kilo ile ihale yöntemi ile AK Parti döneminde yapılan yüzlerce tasarım var. Projeler halen şurada duruyor meraklısına. Taksim, Kadıköy, Üsküdar gibi meydanlar bu yöntemle tasarlandı, uygulandı. Mimar taşeronlaştırıldı. Bu konuda tek bir yazı bile görmedim.
Bir yandan şeffaflık nedir, nasıl şeffaf olacağız soruları kafamda dolaşıyor. Diğer yandan son 10 yıl odaklı olarak yarışmaları tümüyle sübjektif olarak sınıflandırarak bu yazıyı tamamlıyorum. Takip eden yazıda yarışmalardan devam edeceğim.
- Kurallara uygun, katılım ve başarı sorunu yaşamamış yarışmalar:
- Kural hataları bulunan ancak buna rağmen katılım sorunu yaşamayan yarışmalar.
- Kural hatalarıyla dolu yarışmalar.